Ağaçlar çürür, ağaçlar çürür ve devrilir,
bulutlar ağlar, içlerini toprağa döker,
insan gelir, tarlayı sürer; göçer, altında yatar,
ve nice yazlardan sonra kuğu da ölür.
27 Mayıs 2011 Cuma
24 Mayıs 2011 Salı
Karşılıklı kapıları olan bir odadayız sanki; ellerimiz kapı tokmaklarında, karşıkinin bir göz kırpışı berikini kaçırmaya yetiyor; hele bir söz edecek olsa, öteki kapısını kapamış gözden yok olmuştur, biliyorum. Açacak kapıyı gene elbet, bu öyle bir oda ki, bırakılamaz belki de. Biri ötekine benzemese bu kadar, rahat olsa, ötekine bakmıyormuş gibi davransa… odayı düzene sokacak yavaş yavaş, herhangi bir odaymış gibi; ama hayır, o da kendi kapısının önünde öteki gibi davranıyor… Kimi vakit ikisi de kapının ardına kaçmışlar ve bu güzel oda bomboş kalıyor.
Briefe an Milena
4 Aralık 2010 Cumartesi
Heinrich Himmler
Gözünü kırpmadan milyonları ölüme gönderebilirken bunu, "Bizi güçlü kılan, yaptığımız işten etkilenmeden başarmamızdır." gibi insanı rahatsız edecek denli soğuk ve acımasız bir felsefeyle açıklayan birinin çiçek toplayabilmesi, daha doğrusu bir "şey" hakkında güzellik duygusunu "hissedebilmesi" çok garip ve düşündürücü.
1 Aralık 2010 Çarşamba
Adıyaman
Onun ağzından iki kere duydum bu kelimeyi. İlkinde deniz kenarında, yavaş yavaş giden bir arabanın arka koltuğundaydık. O kafasını kucağıma koymuş, gözleri kapalı bir şekilde dizlerimdeyken; ben saçlarını okşuyor, kocaman oldukları için her daim beğendiğim gözlerinin kapalı halini izliyordum. Aniden gözlerini açtı ve "Bu şekilde Adıyaman'a kadar gidebilirim." dedi. Hayatımda duyar duymaz beni mutlu eden bir kaç cümleden biridir.
İkinci duyduğumda bu duygu yoğunluğundan eser yoktu. "Askere gidiyorum" dedim. "Sana Adıyaman çıkacak" dedi. Kuvvetle muhtemel, uzak bir yeri tarif ederken aklına gelen ilk yer burası. Hiçbir önemi olmayan bir sözcüğün farklı an ve hislerde duyulduğunda ne kadar ayrı duygular oluşturabileceğinin hikayesi olsun bu da.
İkinci duyduğumda bu duygu yoğunluğundan eser yoktu. "Askere gidiyorum" dedim. "Sana Adıyaman çıkacak" dedi. Kuvvetle muhtemel, uzak bir yeri tarif ederken aklına gelen ilk yer burası. Hiçbir önemi olmayan bir sözcüğün farklı an ve hislerde duyulduğunda ne kadar ayrı duygular oluşturabileceğinin hikayesi olsun bu da.
9 Ekim 2010 Cumartesi
Tespit yapar gibiyim.
Üst üste bir kaç gün yağmurda yürümek durumunda kaldıktan sonra farkettim ki böyle anlarda beni mutlu eden bir şeyler var. Eve varana kadar bunun ne olabileceğini düşündüm ve buldum, unutmamak için de yazıyorum;
İnsanlardaki şık olmayı isteme dürtüsünün önüne bir nebze geçmesi, bu duygunun toplumsal bir şekilde kaybolup yerini kendinden daha güçlü bir şeye karşı kalın kalın montlarla savaş vermeye bırakması. Atkısının, beresinin altında hızlı adımlarla yürürken bir yandan da üşütmemek için bütün düğmelerini ilikleyen bir adama bakın, zerre beğenilme kaygısı yoktur.
İnsanlardaki şık olmayı isteme dürtüsünün önüne bir nebze geçmesi, bu duygunun toplumsal bir şekilde kaybolup yerini kendinden daha güçlü bir şeye karşı kalın kalın montlarla savaş vermeye bırakması. Atkısının, beresinin altında hızlı adımlarla yürürken bir yandan da üşütmemek için bütün düğmelerini ilikleyen bir adama bakın, zerre beğenilme kaygısı yoktur.
30 Haziran 2010 Çarşamba
Undisclosed Desires
Yüzlerce kişinin olduğu bir festivalde bütün gece aldığın alkolün de etkisiyle hafif güzel bir kafayla tek başına yürüyorsun. Bakışların nedense yerde. Çimleri izleyerek kalabalığa doğru ilerlerken aniden belki de "o" olabilecek kişinin de bu kalabalık içinde olabileceği ihtimali aklına geliyor. Alkolün beyin hücrelerine uyguladığı soykırım sonucu kendi kendine bir oyun oynuyorsun. Oyunun adı ; "Gözlerimi çimden kaldırdığımda göreceğim ilk karşı cinsin "o" olup olamayacağını düşünmece!" Bakışlarını yavaşça çimlerden yukarı doğru kaldırdığında gördüğün ilk kişi zaten allak bullak olan kafanı iyicene uyuşturmakla kalmayıp zamanı durdurmaya da yetiyor. Ama ağzından sadece iki kelime çıkıyor : "Naber, bizimkiler nerede?"
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)