4 Aralık 2010 Cumartesi

Heinrich Himmler


Gözünü kırpmadan milyonları ölüme gönderebilirken bunu, "Bizi güçlü kılan, yaptığımız işten etkilenmeden başarmamızdır." gibi insanı rahatsız edecek denli soğuk ve acımasız bir felsefeyle açıklayan birinin çiçek toplayabilmesi, daha doğrusu bir "şey" hakkında güzellik duygusunu "hissedebilmesi" çok garip ve düşündürücü.

1 Aralık 2010 Çarşamba

Adıyaman

Onun ağzından iki kere duydum bu kelimeyi. İlkinde deniz kenarında, yavaş yavaş giden bir arabanın arka koltuğundaydık. O kafasını kucağıma koymuş, gözleri kapalı bir şekilde dizlerimdeyken; ben saçlarını okşuyor, kocaman oldukları için her daim beğendiğim gözlerinin kapalı halini izliyordum. Aniden gözlerini açtı ve "Bu şekilde Adıyaman'a kadar gidebilirim." dedi. Hayatımda duyar duymaz beni mutlu eden bir kaç cümleden biridir.

İkinci duyduğumda bu duygu yoğunluğundan eser yoktu. "Askere gidiyorum" dedim. "Sana Adıyaman çıkacak" dedi. Kuvvetle muhtemel, uzak bir yeri tarif ederken aklına gelen ilk yer burası. Hiçbir önemi olmayan bir sözcüğün farklı an ve hislerde duyulduğunda ne kadar ayrı duygular oluşturabileceğinin hikayesi olsun bu da.

9 Ekim 2010 Cumartesi

Tespit yapar gibiyim.

Üst üste bir kaç gün yağmurda yürümek durumunda kaldıktan sonra farkettim ki böyle anlarda beni mutlu eden bir şeyler var. Eve varana kadar bunun ne olabileceğini düşündüm ve buldum, unutmamak için de yazıyorum;


İnsanlardaki şık olmayı isteme dürtüsünün önüne bir nebze geçmesi, bu duygunun toplumsal bir şekilde kaybolup yerini kendinden daha güçlü bir şeye karşı kalın kalın montlarla savaş vermeye bırakması. Atkısının, beresinin altında hızlı adımlarla yürürken bir yandan da üşütmemek için bütün düğmelerini ilikleyen bir adama bakın, zerre beğenilme kaygısı yoktur.

30 Haziran 2010 Çarşamba

Undisclosed Desires


Yüzlerce kişinin olduğu bir festivalde bütün gece aldığın alkolün de etkisiyle hafif güzel bir kafayla tek başına yürüyorsun. Bakışların nedense yerde. Çimleri izleyerek kalabalığa doğru ilerlerken aniden belki de "o" olabilecek kişinin de bu kalabalık içinde olabileceği ihtimali aklına geliyor. Alkolün beyin hücrelerine uyguladığı soykırım sonucu kendi kendine bir oyun oynuyorsun. Oyunun adı ; "Gözlerimi çimden kaldırdığımda göreceğim ilk karşı cinsin "o" olup olamayacağını düşünmece!" Bakışlarını yavaşça çimlerden yukarı doğru kaldırdığında gördüğün ilk kişi zaten allak bullak olan kafanı iyicene uyuşturmakla kalmayıp zamanı durdurmaya da yetiyor. Ama ağzından sadece iki kelime çıkıyor : "Naber, bizimkiler nerede?"

8 Haziran 2010 Salı


"Gentrification"a maruz kalan bölgeleri hemen belli bir kesimin sahiplenmesi, daha sonra orası popüler olup kalabalıklaşınca, "yaa havası kaçtı buranın" deyip oraya gitmeyi bırakması. Böyle bişi var, evet.

7 Haziran 2010 Pazartesi

"..kibir bir canavar gibi"

"Ay ben iki saat hazırlanmadan evden çıkamam" kızları bunun, "İki saat hazırlanarak anca bu hale gelebiliyorum" anlamını da içerdiğini biliyorlar mıdır acaba? "Ben yemek yapmayı hiç bilmem"ciler var bi de. Beceriksizliğini, beceriksiz olduğu konuyu aşağılayarak örtmeye çalışanlar; muhteşemsiniz.

4 Haziran 2010 Cuma

Natacha Atlas


Ortadoğunun bütün kadınsılığını kendi bünyesinde toplamış sanki Natacha Atlas. Aksanından, en ufak bir el hareketine kadar öylesine kadın ki, "işve" kavramını yeniden şekillendiriyor kafamda.

3 Haziran 2010 Perşembe

Project Mayhem

Kargaşa yaratmayı seviyorum. Olağan giden herhangi bir şeyin düzenini bozmak çok cekici geliyor. İnsanların akıllarını karıştırmayı, sonra akıllarının normal gidişatına dönmesi için geçen süreçte bulundukları halleri izlemek süper bir şey bence. Öyle ki; söylediğim bir şeyin ciddi mi yoksa şaka mı olduğunu anında anlayan çok az kişi var.

31 Mayıs 2010 Pazartesi

Hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum.


Orhan Pamuk, Masumiyet Müzesi'ne bu satırlarla başlıyor. Bir kitaba başlamak için seçilebilecek en hüzünlü cümle sanırım. Ama düşündürüyor insanı, orası kesin. Bugün çok sıcak bir havada, yüzüme vuran ılık bir rüzgar eşliğinde, motosikletle eve döner ve bir yandan da yol boyunca yanımda uzanıp giden parlak denizden gözlerimi alamazken aklıma geldi aniden. Düşündüm ki sahibi uykusunun derinliklerinde gezinirken benim dakikalarca hayranlıkla izlediğim bir çift göz kapağı hayatımdaki en mutlu anın en iyi yardımcı kadın oyuncusu olabilir. O nasıl bir iç huzurdu yarabbim ! Şu an bunları düşünmemin ve yazıya dökmemin ise Trentemoller'den Miss You'yu dinlemem ile tabii ki hiç bir alakası yok..

27 Mayıs 2010 Perşembe

Anders'ten masallar !


Anders Trentemoller dinleyen kıza hayatımda her zaman yer vardır. Lakin Türkiye'de 4 tane falanlar sanırım..

25 Mayıs 2010 Salı

Beyler adam haklı..


"..Motosikletinin üzerine yumulmuş giden insan bu gidişin somut bir saniyesine verir kendini yalnızca; geçmişten ve gelecekten kopmuş bir zaman parçasına tutunur; zamanın sürekliliğinden kopmuştur; başka bir deyişle, esrime durumundadır; bu durumda yaşı, karısı, çocukları, kaygıları umurunda bile değildir, unutmuştur onları, bu nedenle korkmaz, çünkü korkusunun kaynağı gelecektedir ve gelecekten kurtulmuş bir insan için korkacak bir şey yoktur. teknoloji devriminin insana armağan ettiği bir esrime biçimidir hız. motosiklet sürücüsünün tersine, koşucu, kendi bedeninin varlığını her zaman duyumsar, ilaç ampullerini, soluk durumunu hiç aklından çıkarmamak zorundadır; gövdesinin ağırlığını ve yaşını hisseder koşarken; kendi kendinin ve yaşamının zamanının her zamankinden daha fazla bilincindedir. İnsan hız yeteneğini bir makineye devredince her şey değişir: artık kendi gövdesi oyunun dışındadır ve bir hıza teslim eder kendini, cisimsiz, maddesiz bir hıza, katıksız hıza, hızın hızlılığına, esrime hıza. "
Milan Kundera

23 Mayıs 2010 Pazar


Dünyanın en güzel lambası olabilir.

the best ever


Daha etkileyici bir protesto göremedim henüz.

Elitism sucks !


Son zamanlarda nefret ettiğim tek bir şey var : Elitizm. Kendini seçkin sanan insanlar ve onların büründüğü ruh halleri. Bu hallerin getirdiği gereksiz özgüven tavırları. Kendisinden daha aşağı seviyede olduğunu düşündüğü kişileri hor görme durumu. Kendini seçkin bir toplulugun (ki bu sıradan bir arkadaş grubu bile olabilir) üyesi olarak görmenin sonucunda bu topluluğun üyesi olmayanları küçük görme eğilimi. Yanlış anlama olmasın elitizmin tanımı değil tabii ki bunlar. Benim başıma gelmiş bir şey de değil. Sadece Türkiye'deki yansımasının halktaki sonucu. Elitizm, Hegel'in, Nietzsche'nin bile üzerinde kafa patlattığı bir olgu ki Nietzsche bu konuda, "Yaratıcıların hepsi merhametsizdir." diyerek işi doğuştan ayrıcalıklı olmakla bile ilişkilendirmiş.

Zamanında İtalya'da faşizme giden yolu oluşturan patika olması ise faşizm hakkındaki tek yargısı "Hitler - Yahudiler" ile sınırlı olanlar için kötü haber !

Düşündüm de belki de özel hissetmek istemenin bir sonucudur, bilemiyorum. Fakat koskoca evrende kum tanesisin be güzelim, bunu algıla artık. Tüm beyin hücrelerinle fark et bunu artık. Kendini kafanda sözde modern azınlık olanların tarafında konumlandırman hiç bir şey ifade etmiyor, etmeyecek.

Zaten bu konuyu kafamda ne zaman kurcalasam bir soru takılıyor aklıma. Kendisine elit diyen insanların yaptıklarının ve ilgilendiklerinin elit olmayanların yaptıkları ve ilgilendiklerinden daha üstün olduğuna karar veren mekanizma nasıl çalışmakta?

12 Mayıs 2010 Çarşamba

city of Retroland !

Bu şehirde yaşamak istiyorum.

27 Nisan 2010 Salı



Sözlük her geçen gün biraz daha kalabalıklaştığından dolayı cümleler aynı anda yazılan yüzlerce 'entry'nin arasında kaybolmakta. Bu yüzden artık kafamdakileri buraya boşaltmaya karar verdim. Blog sadece yazdığım şeylerin derli toplu bir şekilde durmasını sağlayan bir yer değil aksine 'tanım' formatının dışında da yazabileceğim için daha geniş bi alan ! Başka bir deyişle kendimle konuşup deli damgası yemeyeceğim tek yer.

Böyle uzun bi girişten sonra kısa bi şey; şunları giymiş biri ile yemyeşil bi yerde piknik yapmak istiyorum.